Aile Şirketleri Neden Kurumsallaşamıyor?

Öncelikle aslında sorulması gereken soru bence Türk şirketleri neden genellikle aile şirketi?
Peki aile şirketi olmak kötü bir durum mu?
Bununla birlikte her aile şirketi "kurumsallaşmalı mı?"
Aile şirketi olarak da şirket varlığını uzun yıllar sürdürebilir mi?
Hem kurumsallık hem aile şirketi aynı potada erir mi?
Sorular, sorular, sorular...
Tamamen gözlemlerime dayanarak teker teker soruları gelin çözümleyelim:
Türk şirketleri genellikle aile şirketi çünkü; bulunduğumuz coğrafya ve kültürümüz bunu gerektiriyor. Bizde Ata büyük önem arz ediyor. Ataya saygı, onun deneyimlerine liyakat adeta yazılı olmayan bir anayasa. Çünkü şirketi kuran çoğu aile büyüğü okul okumanın yanı sıra alaylı. Kendini sahada pişirmiş. Esnaflıktan gelmiş. Yaşayarak öğrenmiş. Çoğu zaman da çarpa çarpa, düşe kalka öğrenmiş. Bu yüzden de bu kadar emekle, zorlukla, belki de imkansızlıklarla, düşe kalka kurduğu şirketini kolay kolay bir sonraki nesle bırakmakta zorlanıyor.
Ayrıca bizim kültürümüzde duygular, diğer toplumlara göre daha fazla öne çıkıyor. Bu yüzden birlikte karar alma, karşılıklı bağımlılık ve aile bireyleri arasındaki yakınlık diğer toplumlara göre çok daha fazla ön planda olan kavramlar. Bu yüzden de şirketler aile şirketi olarak kalmayı zaman zaman bilinçli olarak ta tercih edebiliyor. Kolun kırılıp yen içinde kalması ya da malın dışarı çıkmaması misali.
Peki aile şirketi olmanın nasıl bir olumsuzluğu var; bence yukarıda bahsi geçen durumlar doğru yönetildiğinde, dengede tutulduğunda, adaletli olunduğunda büyük avantaj. Ancak bizler Akdeniz insanıyız. Duygular bizim kültürümüzde büyük önem taşıyor. İşte tam da bu noktada bu bağımlılık, aile bireyleri arasındaki aşırı yakınlık (anne-çocuk, baba-çocuk vb), büyüğe danışılmadan karar alamama gibi durumlar, günümüz iş dünyasında çalışanların iş yapış şeklini yavaşlatan birer kaos aracına dönüyor. Sonra profesyonellikte zorlanmalar gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, uzlaşma kültürünün yerini "ben yaptım oldu" bakış açıları almaya başlıyor. Sonra bir de bakıyoruz ki; şirket bir gıdım ilerlemek şöyle dursun, aile bireylerinin çatışmalarının arenasına dönüyor. Kendi yarattıkları krizler içinde çırpınan bir hal almaya başlıyor. Gelin ile görümcenin arasında kaldığım net yaşanmışlıklarım var maalesef.
Öte yandan aile şirketinin gerektirdiği dikey güç anlayışı da artık yeni nesil şirketlerde hızla kaybolmaya başlıyor. Artık yeni nesil gözlemlediğim şirketlerde daha naif bir güç anlayışı ve yatay bir hiyerarşi mevcut. Buna bir de kuşaklar arası çatışma ve iletişememe eklenince de bağlar hepten kopuyor. Ne şirket sahipleri hayatlarından memnun, ne çalışanlar mutlu, kaotik bir ortamda ayakta kalmaya çalışan bir harabeye dönüyor şirket.
Bu yüzdendir ki bence insan çalıştıran her aile şirketi kurumsallaşmalı. Hiç bir çalışan üst yönetim çatışması yaşanan bir ortamda verimli olamaz, iş yapamaz. En azından kritik pozisyonlarda üst düzey çalışanların aileden değil, tarafsız, adil kişilerden seçilmesi, en alt çalışanına kadar çalışanı hakkında bilgi sahibi olması, görev delegasyonunu bilmesi, inisiyatif verebilmesi, bilmediği konuyu danışabilmesi, şirketi kuran ilk neslin onure edilmesi ve artık dışarıdan sadece deneyim paylaşımında bulunması, geriden gelen neslin de bu paylaşımlara kıymet vermesi, değerlendirmesi ve güncel iş bilgilerine uyumlayabilmesi gerekir. Görev tanımlarının açık, anlaşılır, net ve güncel olması gerekir. Kişisel algılamaktan kaçınılması gerekir.
Özetle; şirket bir defa kurulduktan sonra unutulmaması gereken en önemli şey bence şudur: O şirket tüm çalışanlarındır. O şirket artık kendi başına yaşayan bir organizasyondur ve tıpkı bireyler gibi saygı, ilgi, özen, adalet, uyum ve denge bekler. Yoksa sizi sistemin dışına iter.
Sevgiyle...
Özlem Şen